Eski Çağlarda Müzik ve Günümüze Yansıyanlar (Dünyanın İlk Şarkısı)

Eski Çağlarda Müzik ve Günümüze Yansıyanlar (Dünyanın İlk Şarkısı)

tarih araştırmalarında müziğe dair elimize ulaşan veriler ve tarihteki ilk şarkı

Marsias, Yunan mitolojisinde, Frigyalı ünlü bir satyrdir. Armoniyi icat ettiği söylenen Hyagnis’in oğludur. Efsaneye göre, M.Ö. 4000 yıllarında, Tanrıça Athena geyik kemiği (ya da bir başka söylenceye göre Büyük Menderes Çayı’nın kaynağındaki bir gölde yetişen uzun sazlar) üzerine delikler açarak ilk flütü icat eder. Buluşu ile gurur duyan Athena, tanrılar önünde çalmak için tanrıların ziyafetine katılır. Şölende Aphrodite ve Hera, flüt çalarken yüzünün aldığı şekille alay edince Athena sinirlenir ve toplantıyı terkeder. Ida Dağı eteklerinde bir su kaynağına gidip yansımasında, çalarken yanaklarının şiştiğini ve çirkinleştiğini görünce, flütü lanetleyip atar ve onu tekrar kullananı çok büyük cezalara çarptırılmasını diler.Bundan haberi olmayan çoban Marsias kırlarda dolaşırken flütü bulur, çalmaya başlar ve sesine hayran kalır. Bir tanrıçanın eseri olduğu için çok güzel sesler çıkaran flütü büyük bir beceriyle çalan çoban Marsias, çok güzel ezgiler çıkarmaya başlar. (daha fazla bilgi için görsele tıklayınız)

Müzik, dansla birlikte bütün sanatların atası sayılır. Bununla birlikte araştırıldığında bulunabilen verilere göre de, en kısa tarih, müzik tarihidir maalesef.

Kaybolmuş uygarlıklardan kalan anıtlar, yontular, şiirler, efsaneler, destanlar, felsefeler, geçmişin yaşamı hakkında kabaca bir görüş kazanmamızı sağlarken, müzik konusunda belli bir kanıt, somut örnekler pek yoktur.

Eski uygarlıklardan hiç bir müzikal yankı, Hurrilerin müzikleri dışında bize ulaşamamıştır. Modern nota yazısına çevrilerek çözülebilen ilk yazılar oldukça yakın zamanlara aittir. Geri kalanlar, geçmişin karanlığında kaybolup gitmişlerdir.

Eski çağlardan başlayarak müziğin, güç kazanma (hasta efsunlama, ölüme, doğuma, evlenmeye, savaşa eşlik etme, başarıyı ve kazancı sağlama) amacının da gösterdiği gibi insanoğlu, müzikle korunmaya inanmıştır. Bu olgunun içindeki gerçek, her yönüyle araştırılmaya değer.

  • Din, felsefe, matematik, astronomi, folklor konusundaki eski kitaplar, müziğe önemli bir yer ayırırlar.
  • Eski destan ve efsaneler Çin hükümleri, Hint gelenekleri ve bazı kutsal kitaplar müzik ve müziğin gücü üzerinde dururlar. Ancak yine de bu yazılar, müziğin yapısı ile ilgili bir ip ucu vermekten çok uzaktır.
  • Yalnızca, granit ve mermerden anıtlar, yontu ve kabartmalarla toprak, mermer ya da madenden yapılma eşyalar, eski çağların müziğine ve müzik yaşamına yaklaşmamızı sağlarlar.
Resimlerin üzerlerine bir enstrüman, bazen de bütün bir orkestra resmedilmiştir. Bunlar, arp ve lir gibi telliler, çok çeşitli üflemeli ve vurmalı çalgılardır. Hatta bu enstrümanlardan bazılarının parçaları, yok olmuş kentlerin mezarlarında bulunmuştur.
Bunları yeniden imal ederek bugünkülerle kıyaslamak, geçmiş çağlarda kullanılan ses aralıkları ve müziğin yapısı ile ilgili bazı bilgiler elde etmek yönünden çok faydalıdır.

Geçmişin Müziğini Gerçeğe Yakın Bir Tarzda Tanımak İçin İki Yol Vardır: Kulak Geleneği ve Müzik Yazısının Analizi

Pek çok ulus, şarkılarını kulaktan kulağa, babadan oğula, ustadan çırağa aktararak saklamıştır. Müzik, yüzyılların ötesinden, zamanın ve yaşayışın süzgeçinden geçerek gelir. Bu bakımdan müziğin, zaman içinde gereksenimlere uygun olarak değişmesi doğaldır.

Kulak geleneğinin iki istisnası bizi geçmişin derinliklerine götürür: Üç bin yıl boyunca değişmemiş olan yahudi mabedi şarkılarıyla, bunlardan esinlenilmiş ilk hıristiyan ilahileri). Lakin bunlar geçmişin ancak bir bölümüne ışık tutabilirler.

Müzik tarihini araştırmanın bir başka yolu da, müzik yazısını analiz etmektir. Bu araştırmalar, sesleri yazılı bir dil haline koyarak notalamanın hiç de kolay bir yoldan gerçekleşmediğini ortaya çıkarmaktan başka sonuç vermemiştir.

Bir ezgiyi notalamak, seslerin süresini, yüksekliğini, yoğunluğunu, ifadesini kesin olarak belirtmeyi gerektirir. Bugün kullanılmakta olan müzik yazı sistemine ulaşıncaya kadar, yüzyıllar süren uzun ve zor bir yoldan geçilmiştir.

Buna ek olarak, müziklerini notaya almak istemeyen ulusların direncini de hatırlamak yerinde olur. Bunlar, dini amaçlar için kullanılan ezgilerini koruma işini rahiplerine bırakmışlardı.
Müziği kaydetme isteği ortaya çıkınca ise iki yazı türü bulundu: Her ulusun kendi alfabesindeki harflerden bazılarını kullanan semboller ve arabesk şekiller.

Harflerden yararlanan sistem, kendine özgü ve dışarıya kapalı bir düzendeydi. Arabesk şekillerden yararlanan sisteme gelince, çağlar boyunca, gelişmesi içinde, bugünkü nota yazımızın doğmasını hazırlamakla birlikte, birinci sistemden daha açık değildi. Bu arabesk şekiller, tapınak ustasına ezgiyi şarkıların belleklerine yerleştirmede yardımcı oluyordu. Bu, koro şefinin ezgiyi oluşturan sesleri el hareketleriyle tanımlaması gibi bir yöntemden yararlanıyordu. Bu sistemden de ezgiyi bilmeyen birinin yararlanma olasılığı yoktu.

Birinci sistem, alfabetik nota yazısını oluşturdu. Günümüzde kullanılan bu biçiminin bazı kalıntıları yaşamaktadır. İlk çağlarda, doğuda Çin ve Hint müziklerinde, batıda Yunan ve Roma müziklerinde rastlanır.

Akdeniz kıyılarında rastlanan ikinci çeşit notalamaya ise Neumatique notalama denir. Yunanca Neuma, işaret, hareket anlamındadır (tam sözlük karşılığı: ‘’ kafa sallama’’). Neumaların altıncı yüzyılda kullanıldığını biliyoruz. Başlangıçta (. , v ʌ) gibi işaretler ve bunların bileşimleri vardı. Sözler üzerine yazılarak ezginin genel çizgisi üzerinde bi tahmin yapılmasını sağlayan bu işaretler, uzunluk, incelik, kalınlık, tekrar, tril (müzikte, bir nota ile komşusu olan diğer bir nota arasında hızlı bir şekilde gidip gelme işi.) gibi özellikleri belirtmekle birlikte, seslerin kalınlık ve inceliklerinin derecesini ve aralıklarını belirlemiyordu.

Neuma örnekleri ve çözümleri

Son olarak, sizlere tarihte bilinen en eski şarkı yı paylaşmak istiyorum. Eser (Hurrian Hymn no.)6, milattan önce 1400 yılı, ‘’Hurri’’ uygarlığına ait.

Hurriler veya Hurri Devleti, M.Ö. 3000 yılından itibaren, SümerAkkadHititUgarit ve Mısır kaynaklarında hakkında bilgiler bulunan, Mezopotamya ve Yukarı Dicle bölgelerinde hüküm süren, konuştukları dil itibarıyla (HurriceAsya kökenli olduğunu kabul edilen ve M.Ö. 7. yüzyıla kadar varlığını sürdüren devlet.